Boğaziçi'nde "Çağdaş Sanat" Röportaj Dizisi, 2010

Kemal Tufan (İstanbul, 1962)

Deniz Özvarlık, Yeditepe University, denizozvarlik@gmail.com

1962 Yılında Silivri'de doğan Kemal Tufan 1985 yılında mezun olduğu İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünden sonra, Mimar Sinan Üniversitesi Heykel bölümüne girerek hayatının yönünü değiştirdi.

Kemal Tufan doğal taşlar, su, video, fotoğraf gibi bir çok öğeyi bir arada kullanarak gerçekleştirdiği heykel, video-heykel ve enstalasyonlarıyla çok yönlü yaklaşımını sanatsal nesnelere dönüştürüyor. Alışılmışın ötesinde projelere imza atan sanatçıyla nasıl bu noktaya geldiği, sanatı, sanata bakışı, projeleri ve Türkiye'de sanatçı olmak üzerine, Deniz Özvarlık; Acıbadem, Marmara Güzel Sanatlar Fakultesinde röportaj yaptı.

Deniz Özvarlık: Sizi biraz tanımakla başlayalım Kemal Tufan kimdir?

Kemal Tufan: Asıl belirtmem gereken şey, ben sonuçta 1962 yılında Silivri’de doğdum. Ve de böyle bir taşrada yetişip, liseyi de orada bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği bölümünü kazandım beş buçuk yıl orada okuyup mühendis oldum beş ay mühendislik yaptım. Sonra Mimar Sinan Üniversitesi Heykel bölümüne girdim beş yıl da orada okudum. 1994’de Mezun oldum oradan sonra gerek yurt içinde, gerek yurt dışında sürekli sanatsal faaliyetlerime devam ediyorum. Onun dışında da pek çok konuyla hem hobi şeklinde, gerekse daha profesyonel anlamda ilgilendim. Bunların içinde halk dansları, tiyatro, modern dans, koreografi gibi genellikle sanatla ilgili olan ama sanatın farklı disiplinleri ile ilgili pek çok çalışmalarda bulundum. Şimdi de aslında heykel tabi ana dalım ama heykelin yanı sıra bir takım performanslar, enstalasyonlar ve sanatsal projelerimle daha önce kullandığım ya da üzerinde çalıştığım pek çok farklı disiplini de kullanıyorum.

Deniz Özvarlık: Güzel sanatlara ilk ne zaman, nasıl ilgi duydunuz?

Kemal Tufan: Güzel Sanatlara çocukluğumdan beri ilgi duyuyorum. Ama çocukluk yıllarında o ilgi çok net anlaşılmıyor çünkü her çocukta var o ilgi zaten, her çocuk resim yapmaktan hoşlanır, her çocuk müzikle ilgilenir. Bu aslında biraz zamanlama, doğru değerlendirme, ailenin sizi yönlendirmesi, çevrenizdeki insanlar, çevre faktörü çok önemli. Sanatla hep ilgiliydim zaten şarkı söylerdim, çalardım, resim yapardım ama bunun profesyonel anlamda hayatımı yönlendirecek ya da benim işim olacak bir şey olarak düşünmezdim. Sanat herkesin hobi olarak yaptığı bir şey ama ayrıca herkesin “doğru, dürüst” bir işi olması gerekiyor… Yani mühendis olacaksın, doktor olacaksın, öğretmen olacaksın, bankacı olacaksın… Para kazanacağın bir maaşlı işinin olması gerekiyor, sanat Türkiye’de hala meslek olarak görülmediği için. Bunun için ya ailen çok zengin olacak, çok ilgili olacak onlar teşvik edecekler ya da senin sağlam bir mesleğin olacak öbürlerini zaten hobi olarak yapacaksın.

Deniz Özvarlık: Ailenizde karşı çıkan olmadı mı peki mühendisliği bırakmanıza?

Kemal Tufan: Hayır karşı çıkmadılar. Çünkü çok ileri görüşlü bir aileydi benim ailem, hala da öyleler… İçten içe tabii ki mühendis oldum, her yerden iş teklifleri var ama vazgeçiyorum diye üzülmüşlerdir. Ama benim itirazlarıma onlar kulak verdiler, önümü kesmediler ve itiraz etmediler; zaten pek öyle bir şansları da olmadı. Çünkü ben çok kararlı bir insanımdır, bir şeyi aklıma koyduysam mutlaka gerçekleştiririm. Hatta destek bile oldular, çünkü “sen bilirsin” demek bile aslında bir destektir; o çünkü özgüven kazanmanızı sağlıyor. Ve de bu kararı ben verdim, üstesinden de ben gelmek zorundayım diyip, size farklı bir motivasyon da sağlıyor.

Deniz Özvarlık: Güzel sanatları seçerken heykel ilk tercihiniz miydi? Yoksa Türkiye’de güzel sanatlara giriş sınavlarındaki şartlar mı sizi heykele yöneltti?

Kemal Tufan: Ben ilk Üniversitem yani İstanbul Teknik endüstri mühendisliğinden sonra bilerek, bilinçli olarak heykeli tercih ettim. İlk değil tek tercihimdi heykel o yüzden.

Deniz Özvarlık: Biraz tarzınızdan ve etkilendiğiniz sanatçılar varsa onlardan bahseder misiniz?

Kemal Tufan: Ben bu etkilenme olayını, böyle bir şeyler okuyup ya da bir yerlerde gördüklerinden etkilenerek, bazı sanatçılardan etkilenme olarak algılamıyorum. Mutlaka insanın okuduğu kitaplar, izlediği filmler, gezdiği sergiler, gözlemleri etkiler. Sanatçı dediğiniz insan hayatı gözlemleyen insandır, farklı gözle bakan insandır; yolda yürürken bile. Ormana gidiyorsun veya plajda gezmeye gidiyorsun yerdeki çakıl taşlarına takılıyor gözün; onun formu, bunun şekli diyorsun. Biçimler ya da yaşamdaki objeler sürekli sana başka şeyler algılatıyor. Bunu bilinçli olarak yapmıyorsun; bu ağaçtan şöyle bir şey mi çıkar acaba, şurasını böyle kessem mi diye düşünmüyorsun ama beyninde öyle bir otomasyon sistemi kuruluyor ki onu doğal görüyorsun. Tabii ki birçok işin üretiminde bir takım sancılar yaşıyorsunuz, bazen beyninizi zorluyorsunuz… Ama bana ilham veren şeyler deyince de, hoşuma giden sanatçılar olduğu zaman tamamen o sanatçının hayat boyu çizgisine kapılıp gitmek zaten çok doğru bir şey değil. Çünkü birisini taklit ederseniz o zaman sizin kendi özgün çizginizi bulmanız çok daha zor olur. Hani bir sanatçı albüm çıkartır, siz onun sadece bir şarkısını beğenirsiniz ama o bir tek şarkı için albümü belki alırsınız belki almazsınız, ama bu o sanatçının bütün şarkılarını seviyorsunuz anlamına gelmez. Sanatçıların da sevdiğim işleri oluyor, sevmediğim işleri oluyor. Ben işini doğru düzgün yapan, özen gösterip bir şeyler üreten her sanatçıyı aslında çok seviyorum. Bazen figüratif çalışanlar, soyut çalışanlar, şunlar bunlar diye tartışması yapılır ama ben öyle bir ayrım yapmıyorum. Hepsi iyidir, yeter ki işini iyi yapsın, doğru yapsın. Yani arabesk sanatçısı da eğer işini doğru yapıyorsa kendi alanında başarılıdır, onu ona göre değerlendirmek gerekir. Yani bu yanlıştır veya figüratif için “bu devirde hala figür mü yapıyorsun” çıkışı doğru değil bence. Sizin kişisel tercihleriniz farklı tabii ki ya da çağdaş sanatla ilgili yorumunuz çok farklı olabilir; kim onu değerlendirecek o da çok göreceli bir durum. Bunun hep tartışması yapılır. Tabii ki bizim çağdaş dediğimiz, şu anda mesela video çalışmaları yapılıyor, performanslar yapılıyor, enstalasyonlar yapılıyor. Bunlar bu çağda olması gereken çalışmalar, hatta bunun ötesi de yaşanacak daha ilerde ama klasik çalışan sanatçıların bunu yadırgamaması gerekiyor. Mesela bienale gittiğin zaman çoğu insan tepki duyuyor çünkü anlamadığı şeylerle karşılaşıyor, daha kavramsal işlerle karşılaşıyor. O işleri reddetmek doğru değil, onu eleştirebilecek düzeye geldiğin zaman eleştirirsin. Bazı sanatçılar “Bak, adam zamanında yememiş içmemiş damarlarına kadar heykeli yapmış. Şimdi siz bunu yapabilir misiniz?” dediğinde, işte o da eleştiriye açık bir konu. , evet, işte biz onu da yapabiliyoruz. Hele şimdiki tekniklerle onun eğitimini alıyoruz; klasik eğitimlerle başlıyoruz, kopya yapıyoruz, yunan heykeli, mısır heykeli… bütün o antik heykelleri kopya ederek formu öğreniyoruz. Ve bunları yapabilecek düzeye geldikten sonra daha soyut, daha kavramsal çalışmalar yapıyoruz. İşte o yüzden iki tarafın da birbirini reddetmemesi lazım, herkes birbirine saygı duysun ama herkes istediğini yapsın. Asıl olan üretimdir, sonuçtur. Yani ortaya çıkan o ürünü değerlendirmek gerekiyor.

Deniz Özvarlık: Sualtında yaptığınız heykelleriniz var. Deniz ve balık temasını eserlerinizde kullanıyorsunuz bu fikir nereden geldi?

Kemal Tufan: Silivri’de yetişmiş olmanın etkisi aslında bu, denizle iç içe ve bütün komşuların balıkçı olursa bundan etkilenirsiniz siz de. İşte tutku senin yaşadığın ortamdan ne kadar beslendiğinle de ilgili, ilk oradan başlıyor. Onun ötesinde özgürlükle ilgili de bir tutkum vardı benim ve o özgürlük duygusunu veren şey de çocukluktan itibaren hep denizdi. Yani o uçsuz bucaksız arkasında ne olduğunu görmediğin deniz, ucu bucağı olmayan bir yere gidiyor, onun arkasında ne var duygusu. Deniz senin yalnız kaldığın ve her şeyi senin çabalayarak elde edebileceğin bir ortam sağlıyor sana. Deniz tabi kavramsal bir şey sonuçta. O uçsuz bucaksızlık, sonsuzluk duygusu pek çok insanda da aynı duyguyu yaratır zaten.

Deniz Özvarlık: Türkiye'de "sanatçı olmak" zordur derler hep. Siz bu cümleye katılıyor musunuz? Özellikle heykeltıraşlar için daha zor olmalı bu, çünkü Türkiye’de heykele yeterince önem verilmiyor çoğu heykel kaldırılıyor, bakımsız kalıyor hatta bazen yasaklanıyor.

Kemal Tufan: Bu konu bizim en çok konuştuğumuz konu, yabancı arkadaşlarımla da bu konuyu tartışıyoruz çoğu zaman. Ben ne zaman “Türkiye’de sanatçı olmak çok zor” desem Hollandalı arkadaşım da atlıyor “evet bizde de çok zor” diyor, Alman olan da atlıyor “bizde de çok zor” diyor… Yani herkes hayatın zor olduğundan bahsediyor, bu çok göreceli bir durum. Çünkü mesela Afganistan ile karşılaştırıldığında Türkiye daha iyi bir durumdayken, Avrupa’yla karşılaştırıldığında kötü bir durumda. Türkiye’de sanatçı olmak çok zor, çünkü Türkiye’de daha sanat ortamından bahsetmek çok zor. Bunu söyleyince birçok insan hemen itiraz ediyor: burada bienaller yapılıyor, sergiler, konserler falan… Bu tamamen çok büyük bir savsata çünkü Türkiye’den bahsediyoruz, İstanbul’dan bahsetmiyoruz… Türkiye’de her şey İstanbul da yapılıyor, İstanbul’un dışında bir şey yok. O yüzden Türkiye sanat fakiri bir ülke ve sanatın %90’ı İstanbul’da yapılıyor, çok büyük bir dengesizlik var. Eğer İstanbul’un dışındaysan sanatın dışında sayılıyorsun. Ondan sonra Ankara geliyor ama Ankara o kadar geride ki İstanbul ile dengelemesi falan çok yıllar gerektiriyor. Bu ekonomik anlamda da böyle. Sanatçıların hele heykel sanatçılarının kendi hayatlarını kazanmaları çok zor. O yüzden biz yıllarca dekorasyon işleri yaptık. Ama sonuçta sanatçı olmak bir şekilde idealist bir durum, onun sonucunda kazanacağın şeylerin bedelini bir şekilde ödemen gerekiyor. Eğer Türkiye’de sanatçı olacağım diyorsan sonunda karşılaşacağın her türlü güçlüğü, her türlü zorluğu göğüslemeyi göze alıyorsan bu işe girişmen gerekiyor. Ben çok dibe vurdum ama hiçbir zaman da şikâyet etmedim durumumdan.

Deniz Özvarlık: Değişik ülkelerde sunumlar yaptınız; insanların algılaması üzerine farklar gözlemlediniz mi? (Evetse bunlar nelerdir?)

Kemal Tufan: Eğitim düzeyi yüksek ülkelerdeki sıradan insanlar bizim ülkemizdeki sanatla ilgili insanlar kadar doğru yorumlarda bulunabiliyorlar. Eğitim düzeyi iyi durumdaysa o insanların sanatı algılama biçimleri de daha farklı oluyor. Mesela bir İspanyol doğuyor ve adamın iki sokak ötesinde Prado müzesi var ve orada o kültürle yetişiyor, orada bir müzeye gidiyorsunuz ve müzede minicik anaokulu çocuklarını görüyorsunuz. Yani orada çağdaş sanatın en iyi örneklerini görerek yetiştiği için yetişkin bir insan olduğunda da sanat üzerinde kafasında mukayese yapabiliyor, değerlendirecek bir referansı oluyor.

Deniz Özvarlık: Sanatın insan ilişkilerindeki üzerinde etkisi nedir sizce?

Kemal Tufan: Sanatın en iyi iletişim kurma yöntemi olduğunu benim söylememe gerek yok. İnsanlık var olduğundan beri en etkili iletişim aracı sanat. O yüzden, ekonomik açıdan çok ileri ülkeler bunu kavradıkları için sanata çok fazla yatırım yapmaya başladılar. Japonya mesela böyle bir ülke. Her yapılan organizasyona yan unsur olarak sanat ekleniyor. Mesela olimpiyatlar yapıldı ve onlara yan unsur olarak sergiler açıldı, Pekin’de heykel parkları yapıldı mesela.

Deniz Özvarlık: Etrafımızda çok fazla görsellik var bu nedenle örneğin grafik sanatlar gitgide yalınlaşıyor. Heykelde böyle bir değişim var mı? (Ne yönde?)

Kemal Tufan: Bu soruya kendi yaptıklarımdan yola çıkarak cevap vereceğim. Disiplinler arası etkileşim sanatın bütün alanlarında çok önemli olduğu için artık resimdir, heykeldir böyle çok fazla net sınırlar koyamıyorum. Yeri geldiğinde heykelin formunu sorun ediyorsam sonrasında onu yok sayıp onun içine daha çağdaş bir takım elemanlar -ses, görüntü gibi şeyleri- ekleyerek aslında hem görselliği hem müziği, sesi ve benzerlerini bir arada kullanabileceğim şeyler düşünmeye başladım. Bu da demek oluyor ki, bütün sanat dallarının temelinde aslında aynı kurallar geçerli. Disiplinler sadece teknik anlamda ayrılıyorlar. Mesela derinlik kavramı dediğin zaman müzikte de derinlik var, tiyatroda da sahne derinliği var, resimde de, heykelde de derinlik kavramı var. İşte o kavramları seçtiğin disiplin içinde bir arada kullanabiliyorsan doğru biçimde, o zaman yaptığın iş bir anda sadece heykel olmaktan çıkıyor ve insanlar ona başka bir isim veriyor. Mesela benim yaptığım işlerin çoğuna şimdi video heykel demeye başladılar, çünkü video kullanıyorum o işlerim içinde. Hangisinin yerleştirme, hangisinin video heykel, hangisinin video art olacağına, hangisinin sadece heykel olacağına siz yaparken kendiniz karar vermiyorsunuz, siz kafanızdakini yapıyorsunuz. Ben sadece video da yaptım, sadece heykel de yaptım; ikisini birleştirip video heykel de yaptım, yerleştirme de yaptım, performans da yaptım. Bunların tümü aslında kişisel çizginizle de ilgili. Ben mesela uzun yıllar tiyatroyla da ilgilendim, aynı zamanda hep müziğin ve dansın da içindeydim.

Deniz Özvarlık: Son olarak önümüzdeki yıllara yönelik proje ve planlarınızdan bahseder misiniz?

Kemal Tufan: Heykel yapımı sürekli devam ediyor, mesela önümüzdeki ay Hindistan’a gideceğim, orada heykel yapacağım. Önümüzdeki yıl Çin’de bir proje düşünüyoruz; 2010 Shangai World Expo’da büyük bir heykel yapmayı düşünüyorum, hatta birkaç heykel olma olasılığı var. Sonra Haziran başında Tokyo’da karma bir sergi olacak ondan sonra ise gene aynı galeride kendi kişisel sergim olacak ama onun zamanını henüz belirlemedik. Nisan ayında BG Art Bebek’te benim bir kişisel sergim olacak. Bunlar kesinleşenler şimdilik.